Bir garip sistem içinde çocuklarımız makinedeki çamaşırlar gibiler, sağa sola çarpa çarpa serseme dönüyorlar. İradeleri dışında tüm hayatlarını planlıyoruz en baştan. Ebeveynler de kendince az iş yapmıyor. Nereden bilecek ki çocuk?! Peki, bilmesine fırsat verilebiliyor mu?
Kızılderililerde isim verirken kendisini ispat etmesine bakılırmış. İsim onlarda, bir nevi sahibini tanımlayan sıfat olarak işlev kazanmış. Bizlerin kültürümüzde de lakaplar var olmuş. Yine çocuklar büyüyüp kendisini ortaya koydukça, kim olduğunu pekiştiren lakaplar isminin yanına eklenmiş. Şimdi ise bunların yerini unvanlar aldı. Kim olduğuna bakılmadan en havalısını elde etme yarışı da sanırım biraz buradan başladı diyebiliriz.
Hepimizin çocuğu en iyisine layık olduğuna göre hâkim, doktor, avukat, mühendis… artık her ne varsa hedef tahtasına çoktan konulmuştu. İtinayla dikilip yerleştirilen at gözlüğü ile dikkati hedefe kitlenen çocuk da hazırdı. Nihayet yarış başlayabilirdi. Bu arada senin çocuğun avukat, doktor olmaya karakteri uygun mu? Mühim değil, bir şekilde az ittirir, biraz da sindirir o kalıba sığdırırız biz onu. Sonuçta toplum olarak önünde düğme ilikleyip şişkin bir maaşla destekleyeceğiz. Elbette bir yerden motive olacaktır!
İyi işleri kim belirliyor bu arada, bilen var mı? Kesin çok özenli bir kurumdur. Şöyle cetvel cetvel ölçüp toplumun üstünden bakabilme yeteneğine göre mi ölçülüyor? Diğer işleri geriye atıp değersizleştirirken en büyük dayanağımız ne? Birincisi ücreti, ikincisi de ne kadar emek verdiği dersek. Gerçek değerini bulamamış diğer işlerin bu iki dayanaktan da yoksun bırakıldığını söylememiz gerekmez mi? Hatta bunun için terim bile üretilmiş: Vasıfsız iş.
Az bir eğitimle ve işin başında öğrenerek yapılan işin bir değeri olamıyor bu yüzden. İşi yapan kadar diğer insanlar da artık kişiyi vasıfsız olarak görüyor. Ama biz ismimizin başına bir unvan arayışına girmiştik. O şekilde tamamlanacaktık ve toplum bizi kutsayacaktı. Kim vasıfsız olarak tanımlanma hayali kurar ki?
En anlamlı ayrışmayı, gözümün içine soka soka yapılıyor bu şekilde. Kimse demesin bizim ülkemizde kast sistemi yok diye. Hem de âlâsı var. Sadece daha geçirgen bir yapıda olduğu için toplum tarafından kaldırılabiliyor. Bir çeşit ayrışmanın içinde büyüyen çocuklarımızın mutlu olabilmek için fazladan mesai harcaması gerekiyor. Bir taraftan iyi bir işte çalışıp da uyum sorunu yaşayanlar, tam adapte olduğu halde camdan kalesini yeterli göremeyenler; diğer taraftan alt kademelerde çalışmayı içine sindirmeye çalışanlar, işi kabullense de toplumun bakış açısından incinenler. Nasıl bir işe girerse girsin büyük çarkın içinde dişlinin birisi çocuğumuzun sırtına batıyor.
Bu aşamada uzak doğuyu hatırlıyoruz. Çok fazla sosyal medyada karşıma çıkan bir görüntü aklımı kurcalıyor: Temizlik işçilerine toplumun duyduğu saygı. Ama vasıfsızdı hani o iş. Unvanı dönüştürülüş şekline bakmalıyız biraz da. Bazı vasıf gerektirmeyen işlerin fazladan irade ve zorluk ile baş edilebilir olması. Toplumun karşısına bu şekilde çıkıp işini doğru şekilde ifa edebilmenin ne kadar çok cesaret gerektirmesi gibi. Onlar bu duygulara ve bunu üstlenen insana saygı duyuyorlar.
Kabloları yanlış bağlanan hiç bir alet çalışmıyor. Fakat değerleri yanlış kurgulanan sistemler toplumları fesada sürüklüyor. Keşke bir makine gibi durup kalsaydık da arıza nerede ise ona odaklanabilseydik. Bizler isimlere, sıfatlara, makamlara ve maddiyata o kadar çok odaklandık ki insanı unuttuk yine. Onun fıtratını, değerini, ihtiyaçlarını ve amacını bir köşeye attık. Sadece bireysel olarak çabalayanların şahsi savaşı haline geldi kişinin kendini bulması. Ecdat bir zamanlar fıtratına bakarak bir yol çizerken, eğitimde amaçladığı neydi ki, sadece yabancılar tarafından öğrenilmeye layık göründü?
Şimdi yukarıdan bakalım hem de çok yukarılardan. Ülkemizi kocaman bir fabrika gibi tanımlayabiliriz. Üretilecek, paketlenecek, dağıtılacak, planlanacak ve yönetilecek bu sistemin her köşesi kıymetli. Eksik kalan veya ihmal edilen her iş dalı bir arıza olarak karşımıza çıkıyor. Sistem bozuluyor ve işler tam anlamıyla yapılamıyor. Sokaklar kirleniyor, suç oranları artıyor, rüşvet, liyakatsizlikler ve psikolojik sorunlar birer çıban gibi her sorunlu bölgede üreyip yayılıyor.
Çözüm mü? Kolay değil, eğilip bükülecek olan zihinler sonuçta. Başka bir ülkede profesör olan bir adamın şoför oğluyla duyduğu gururu getirelim diyorum. Sırf insan olduğu için her ortamda saygıyı hak eden insanların, nasıl hayata motive oldukları artık görülmeli. Bireyin motivasyonunun yapılan her işte en değerli ham madde olduğu kabul edilmeli. Eğitimde makinelere kod yazılır gibi değil de yumuşak bir hamura şekil veriri gibi çocuklarımız desteklenmeli diyorum. Çok şey istiyorum, evet. Çünkü eksiğimiz çok fazla. Ama imkansız değil.