Sen de yalnızsın,
Ben de yalnızım,
Akıp giden zaman içinde,
Hep aynı saatte buluşuyoruz seninle,
Ve aynı hiçliği paylaşıyoruz.
Esmer bakışlarını dikip üstüme,
Kimseye açmadığım sırlarımın şâhidi oluyorsun.
Bazen dizelere dökülürken duygular,
Bazen de yüreğime gömülürken.
Evet sen vefâlısın.
Her gün aynı saatte bekliyorsun beni.
Ellerinde bir buket siyah lâle,
Fakat,
Neden hep susuyorsun?
Yüzüme,
Neden öyle mahzun bakıyorsun?
Teselli edeceğine beni,
Neden inciler döküyorsun sen de yanaklarından?
Haykırmak istiyorsun sanki bazen,
Gün doğarken çıktığın meçhul yolculuğuna,
Beni de çağırıyorsun.
Kurtarmak ister gibi hayatın yükünden beni,
Haydi yapsana,
Haydi çağırsana,
Haydi alsana beni yanına.
Yine öyle donuk baktın yüzüme.
Ah! bir anlayabilsem dilinden,
Bir görsem yüreğini,
Esrarını bir çözebilsem…
Alıp da her gün en gizli sırlarımı,
Nereye götürüyorsun?
Kucağında salkım saçak onca yıldızla,
Nereye kayboluyorsun?
Evet anlıyorum,
Ve biliyorum gitmek zorundasın,
Yüreği efkârına dar gelen,
Benim gibi onca sırdaşın,
Kızıl ufukta yollarını gözlüyor,
Buruk tebessümünle sanki,
“Onların da hakkı var” diyor,
Ve yarın yine buluşmayı diliyorsun,
Fakat buluşup buluşamayacağımızı,
Ne ben biliyorum,
Ne de sen biliyorsun.
Esmer yüzün aydınlanıyor,
Artık can çekişiyorsun yarın doğmak üzere,
Toplayıp bütün esrârını sinende,
İşte yine gidiyorsun meçhul ülkene.
Elveda vefakâr dostum sana,
Güle güle,
Hakkını helâl et,
Sırlarımı kimseye söyleme,
Buluşuruz nasipse yine,
Yarın aynı saatte,
Belki de aynı yerde…