Khalid Boulahrouz, Hollandalı eski bir futbolcu. Biz yıllardır yazıyor, söylüyoruz, manşet olmuyor… Ama yabancı biri, hem de aşağılar gibi bir ifadeyle söyleyince, sayfa sayfa yayımlanıyor, hatta manşet oluyor. Bakın ne demiş:
“Türk takımlarının pek aşığı değilim! Hollanda kulüplerinin Türkiye’nin en iyi kulüplerinden korkmasına gerek olmadığına inanıyorum! Genelde Avrupa’da başarısız olmuş büyük futbolcuları transfer ederler. Ve bir de büyük bir ismi olan teknik direktör alırlar. Her yıl bir şeyleri değiştirirler. Sürekli farklı oyuncular, farklı teknik direktörler… Kesinlikle bir vizyonları yok.”
Vizyon, diğer adı ile görünüm; bir takım olayları görmeden, hissetmek ya da algılayarak gelecekle ilgili hamleler yapmak, hayal kurmak değil, yapabilirlik, yetkinlik ve yeterlilikleri temel olarak almaktır vizyon sahibi olmak. Bizde bir atasözü vardır: “Dost acı söyler” diye. Bu Hollandalı, Türk dostu değilse bile bu beyanatı ile bir anlamda dost gibi söylemiş. En azından benim için. Çünkü, yıllardır yazılarımda ve sohbetlerimde vizyonsuz yöneticiler ve vizyonsuz yönetilenlere vurgu yapmışımdır. Ama kime? Kimlere? Sormayan, sorgulamayan, araştırmayan… En fenası da sabretmeyi bilmeyen bir insanlar topluluğu olduk, maalesef!
Hollandalı dostun haklı olduğu noktalar da var, haksızlık ettiği noktalar da! Öncelikle, Avrupa futbolunda adından bahsettirmiş ve yeri olan Hollandalı teknik adamlar ve oyuncular da ülkemize geldiler. Guss Hiddink (Fenerbahçe), Leo Beenhakker (İstanbulspor), Frank Rijkaard (Galatasaray), Dick Advocaat ve Philip Cocu (Fenerbahçe), Patrick Kluivert (Adana Demirspor) ve son olarak Giovanni van Bronckhorst (Beşiktaş) teknik adam olarak gelen, geçmişi parlak futbol insanlarıydı. Bu açıklamasıyla vatandaşlarına saygısızlık yapmış.
Robin van Persie (Fenerbahçe), Wesley Sneijder, Frank de Boer, Ryan Babel (Galatasaray), Pierre Van Hooijdonk, Dirk Kuyt (Fenerbahçe) Türkiye’de başarılı olup şampiyonluk yaşamış futbolcular. Elbette daha alt seviyede başka isimler de var ama yukarıdaki oyuncular kariyer sahibi olup Premier Lig dahi görmüş oyuncular. Hollandalı dost, her şeye rağmen söyleminde haklı! Neden mi? İşte işin püf noktası burada.
Bu isimler ülkemize geldiler. Bir kısmı bir yıl, bazıları iki yıl ya da daha fazla kaldılar. Teknik direktör olarak gelenlerin ömrü pek uzun olmadı! Sebep, ülkemize adım attığında ondan sihirli bir dokunuş ve başarı bekleyen, tribün yöneticileri! Vizyon yerlerde, öngörü ve sabır yok! Ve milyon Euro tazminat vererek, yönettiğini sandığı kulübe ve camiaya büyük maddi hasar vererek, bin bir vaat ile getirdiği teknik direktörün işine son veriyor. Aynı operasyonu oyunculara yapamıyorlar, zira orada başka işler dönüyor!
İşte Türk futbolunun en acı yanı burada başlıyor. Futbolu bilmeyen ve sevmeyen insanlar, sırf isim yapmak; bazıları da bozulan işlerini bu kanal vasıtasıyla toparlayıp kazanmaktan başka gayeleri olmuyor. Ve maalesef çok da pişkin oluyorlar. Hollandalı Boulahrouz’dan evvel bunları da çok kez yazdım, ifade ettim… Ama ülkemizde yaşanan gerçekleri içimizden biri yazıp dile getirdiğinde, dışarıdan biri kadar ilgi görmüyor. Nedense kendi insanımıza çok kıskanç bir bakış açımız var. Dışarıdan birilerine verdiğimiz kıymeti kendi içimizden çıkan cevherlerden esirgiyoruz.
Bu durum hem düşündürücü hem de vahim. Nasıl düzelir diye sorarsanız eğer, idealist, kanaatkar, yaşam kalitesini yakalamış, daha fazlasını istemeyen, başkalarının hidayeti ile bir yerlere gelmemiş, diyet borcu olmayan insanlara ihtiyacımız var.
Türk sporu, dolayısıyla onun en büyük paydaşı olan geniş kitle sporu futbol, her şeyin yoluna girmesi için olması gereken, son kitabım “Dünyanın Sporu Futbol”da da yazdığım gibi:
“Türk futbolunu yönetmek için sadece bilmek yetmez, aynı zamanda sevmek gerekir.”