Sabah saatlerinde daha bir iyi anlaşılıyor yalnızlık. Uyanmışsın, nefes sesinden başkası yok koca evde. Geceyi bir şekilde büzüştürüyor insan da sabahlara hükmetmek çok zor oluyor.
Banyonun kapısında sıra beklerken, çocuklarının itişip kakışmaları geliyor gözünün önüne. Ne çabuk büyüdüler, ne çabuk uçup gittiler. Bir avuç mısırın, uygun ölçekteki ısıda açılıp uçup gitmesi gibi hepsi uçup gitmişti kendi dünyasına.
Mutlu olsunlar yeterdi ona. Dert ve tasalarını kendi başlarına çözebilsinler, sıkıntı anlarında kenetlenip güç kazanarak çıksınlar, başka ne isteyebilirdi?
Canını yakan kelebeklerinin havalanmış olması değildi. Ona, hayat arkadaşı olanın, beraber hayaller kurduğunun, planlar yapıp hayata asıldığının çekilip gitmesiydi. Her zaman basit şeylerde bile savcı olurdu kendine, ancak bu kez başkaydı; eze eze canını çıkarmıştı kendinin.
Ömür nehrinde beden acizi, taşa da çarpar, dala – demire de. Köpüre köpüre akmaz daima, durulur- diner- kudurur – coşar zaman zaman içinde. Biraz derinden izlemeli hayatı ve daha telaşsız, daha suskun gözlemlemeli.
Kul olduğunun bilincinde olmak kimi için mümkün olmuyor ömrü bitse bile. Kimi çok erken bilebiliyor nerede ve ne olduğunu. Kimi ömrünce kenarında gezinip yorulup didinip tam itminana eremeden bitiriyor nefeslerini.
Seni yaratan, görüp gözeten, bakıp besleyen, bekleyip özleyen bir Rabbin var ve o suyu bekleyen oruçludan çok daha büyük hasretle bekliyor kulunun kendine dönmesini. Bu kadar kıymet verilip özlendiği halde serkeş gönül, her parıldayanın peşinden koşan yavru kedi gibi sağa sola sıçrayarak, Rabbine ulaşıp onunla hasbihal etmenin tadına varamadan göçüp gidiyor bu dünyadan.
Nefs deli bir rüzgar, gönülse minik bir piknik ateşi, bir araya gelince söndürmek zor oluyor. Önce sorumlu olduklarını ihmal etmeye başlıyor insan. Canının istediği tatlı gelince. Biraz içi burkulsa da, “çok zahmetler çektim, neler yaşadım neler, hep bir şeylerim az oldu, onun osu, bunun busu var ya, benim neyim oldu, ben çok daha iyisini hak ediyorum” deyip takılıyor nefsinin peşine. Önceleri ruhsatlar, küçük küçük çizgiden taşmalar, bahaneler bulup kendine affettirmeler, sonra giderek millet neler yapıyora vardırmalar ve nihayet, “kalbim temiz, alem kendi yaptığına baksın”a ulaşmalar.
Sandalı dingin günde rahat bir halatla bağlarlar kıyıya; dalga vurdukça yorulmasın, kuvvet ve direnç arasında ezilmesin, ufak ufak salınsın diye. Hava öfkelenir, rüzgar yükselir, fırtına ucundan kulağından varlığını gösterirse, sandalı birden fazla halatla sık ve sert bağlarlar, savrulup uzaklaşmasın sahilden diye.
İnsan da hayat denizinde, iman kıyısına amel halatlarıyla bağlı. Rahat ve yumuşak, nefsi hırpalamadan. Kuvvet ve direnç hesabı yapılmış, usul usul salınarak. Ne zaman ki zaman ahirine erdi, nefs köpürdü, şeytan zillendi, şimdi halatları çoğaltma, sıkılaştırma, hareketi tamamen azaltma zamanı geldi.
Hiç anlamadan gözünün rengini, dişinin etini, dilinin edebini çalarlarda farkına bile varmazsın. “Ahir zamanda evinizin halısı olun, evden mümin çıkar, kafir dönersiniz de haberiniz olmaz.” Bunun için söylenmiştir.
İnsan, sakin zamanda boş vaktin, salim zamanda sıhhatin kıymetini anlamaz, onu ancak elinden gittiğinde fark eder. Acısı canını kavururken, sıhhatli günlerine özenip şükreder. Son dönemece girdiğini hissetmeye başladığında birikmiş ibadet borçlarını kaza etmeye yönelir.
İstasyonda börtü böcekle oynayıp, yanına gelen, treni kaçıran şaşkın gibiyiz. Yaşı 30’un altında olanların bu sıkıntıları hissetme ihtimali çok düşük. Amma ve lakin 35’ten sonra, hele bir de yaşıtların bir bir göçüyorsa ebediyete, başlıyor içinde ürpermeler.
Coşkuyla başlayan hayat serüveni, nihayetinde usul usul tenha ve ıssıza ulaşıyor. Kabrin amansız yalnızlığına hazırlanıyor ruh yavaş yavaş. Külliyen emanet olan varlığında, bedenin, duyguların, düşünce ve kararlarında zamanlarını tamamlayınca seninle, çekilip gidiyorlar kendi iklimlerine.
Tenhada göz göze geleceğin bir sensin; telaşta tutup sakinleştireceğin, karanlık ve korkuda sahip çıkıp gözeteceğin. Bir olanın biricik kulusun ve birliğine sığınıp bir başınasın. Yar yaren bul, al sakla ömrüne, beslen, büyü onunla sonra…
Secdede bir, ölümde bir, kabirde, sıratta, mizanda hep birsin. Yanına gelen sana layık gördüklerin. Seninle kalan seni bezediklerin, seni ilk terk eden hayal ve heveslerin.
Çok da asılmamalı dünyanın hedeflerine; ya ömür yetmez, ya Rab nasip etmez, ya da hevesin ömrü vefa etmez. Savrulur gidersin hiçliğin içinde sabit ve son durağına, pişmanlık ve utanç acısıyla.
Sabah daha yoğun hissedilir yalnızlık; yeni gün, ışık, tazelik hep kendine çağırır. Derin bir nefes alıp kendi varlığına selam verip, gerçekte ne için var olduğunun şuurunda, yaratanın gücünün sıcaklığında ümit ve huzur ile şükretmeli. Rabbim daima bol bol şükredenlerden olmayı nasip eylesin…
Elhamdülillah…