Yaz geldiğinde ilk olarak aklıma çaresiz insanlar gelir ve şükrederim yazın gelişine. Isınma kaygısı bitmiş insanlardan süzülen tatlı sıcaklıkla kalbim huzur bulur biraz da olsa. Düşünürüm içimden bir lokma da olsa yerler nasılsa, doymasalar da boğazlarından yiyecek geçecek diye… Ama artık üşümeyecekler. Sokakta kalan, bankların üzerinde yatan, belki bir hastanenin, belki de kuytu bir köşenin içine sığınmış insanlarımızın üzerine doğar yaz güneşi. Soğuktan morarmış parmakları pembeleşir, çatlamış ellerine kan gelir, yırtık ayakkabılarından dolmaz içeriye kışın soğuk nefesi değil, ılık bir meltem eser belki de… Sevincimizin içinde dahi acı var değil mi?
Hayatın acımasız yüzü ile yüzleştiği zaman insanın iki seçenek sunulur önüne; ya pes edecektir ya da mücadele… Mücadele etmesine ediyor insan ancak sonu belli olan bir savaşa girmiş gibi. Hayat pahalılığının had safhaya ulaştığı zamanlardan geçerken kaç kişi zaferle çıkabilecek bu savaştan diye düşünmeden edemiyor insan. Eğreti bir sevinçle kutluyoruz bizler de yazın gelişini. Yazın gelişi ile gülüyor yüzler bir nebzede olsa; biraz kırgın, çoğunlukla hüzünlü… Kim suçlayabilir ki koca bir kışa kafa tutmuş insanları, gelen yaza kırgın girdiler diye? Ben suçlayamam! Silindir gibi üzerimizden geçen hiç doymamış ve hiç de doymayacak olan enflasyon canavarının üzerinde hasar bırakmadığı kimse kaldı mı? Kaldı, evet kaldı ama ufacık bir azınlık onlar. İsimleri de; hiç doymayanlar… Allah doyursun gözlerini diyeceğim ama kör olmuş kalp gözleri; doymazlar!
Bu çağın insanı olmak çok zor dostlarım. İçine kin ve nefret bulaşmış, kardeşin kardeşe hayrı olamayan bu çağın insanı olmak çok zor! Herkesin haklı olduğu, haksızın ise başköşede oturduğu bu çağda insan kalabilmek zor zanaat… Başı yeni kesilmiş tavuk gibi ne tarafa koşturacağını bilmeyen bedenlerimizi sürüklerken nerelerde iz bıraktığımızın bile farkına varamıyoruz. Ki o izler silinebilecek mi, o bile belli değil! Günlüklerimize acı hatıralar biriktiriyoruz kara bir kalemle. Silgimiz de yok üstelik…
Bedenimizi ısıtan güneşin doğuşuna sevineyim diyorum, bu sefer de yangınlar başlıyor güzel ülkemde. Canlarım yanıyor, canımız yanıyor, canım yanıyor. Bir damla su da mı yok!
Kimi görsem küskün, kime selam versem üzgün… Buruk bir tat var dillerde, yüzlere yansıyor. Herkes neyi var neyi yoksa almış avucuna öyle bir sıkıyor ki kaybetmemek için, kalplerinin morardığını görmüyor. Yardımlaşma ve paylaşma iki büyük çekiç gibi görünüyor gözlere; gözler bulutlu… Yarınımızdan endişeliyiz, sanki yarınımızın varlığı kesinmiş gibi. Bilmiyoruz, unuttuk, hatırlamaz olduk tek başımıza var olma çabamızın bizi hiç başımıza kalmaya sürükleyeceğini…
Kasvetli yazıları sevmez benim insanım sanki kasvete aşina değilmiş gibi. Ama size pembe çiçekli, sarı böcekli yazılar yazamayacağım böyle bir yaz gününde. Gevşetin şu sıktığınız avuçlarınızı da, içinden biraz merhamet süzülsün. Bereketin nereden geleceğini bilemezsiniz.