Sevgili sen,
Şu anda bitkin bir hâlde olduğunu biliyorum. Hatta beyninin durduğuna dair bir hisse kapıldığını da… Kuru bir günaydını esirgeyen, selamlara küskün zihinlerin soğuk bakışlarıyla dolu bir sabah geçirdin. Bunlar gün boyu karşılaştıkların arasında en olağan davranışlardı. Suskunluğu yeğleyen üslupları ile kendi kabuğuna çekilmiş olmaları, kabul edilebilir tavırlardı. Havada asılı kalan karşılıksız selamlarını yuta yuta devam ettin yoluna. Selam verenler de çıktı karşına. Belki bir asansörde belki hummalı bir toplantının arasında. Ya da gelecekte belki de hiç işine yaramayacağını düşündüğün sayfalar dolusu bilgi yüklemesinin yapıldığı okul çıkışında. Çamura bata çıka tarla tapan işlerini halledip evinin yolunu tuttuğunda da olabilir. Hani “Selam verdim, borçlu çıktım,” denilir ya, onlarınki de o hesaptı. Selamlarını almanla beklentilerini üstüne bırakıvermeleri arasında kaç saniye geçti diye düşünmeden kayboldular gözden. Hep isteyen ama sen küçücük bir şey isteyince yanından kaçıp gidenler tayfasıydı bunlar. Empati yoksunu olan bu kesimin davranışlarını, ikili ilişkilerin zorluğuna yordun. Heybendeki artan ağırlığa aldırmaksızın çabaladın, didindin. Ne de olsa arkadaşlık önemli ve değerliydi. Biriktirilmeli ve çoğaltılmalıydı.
“Bir dokun, bin ah işit!” olanlara ise gün içerisinde ara ara rast geldin. Hayata dar bir pencereden bakan, sürekli şikâyet eden, kalp kırıcı eleştiriden beslenen ve hayat sevincini alıp götüren insanlardı bunlar. Elinden geldiğince onlarla olan diyaloglarında yapıcı olmaya çabaladın. Kendini bile teselli edecek hâlin yokken parçaladın durdun özverili yanını. “Söz gümüşse, sükût altındır.” cümlesi sadece sana özel yazılmış gibi mütemadiyen konuşanlar da vardı içlerinde. Onlar en yorucu olanlardı, asla dinlemeyenler. Teselli sözlerin havada uçuşuyor, dinliyormuş gibi yapsalar da, sözlerinin tesiri tüy kadar bile dokunmuyordu yüreklerine. Hep acele işleri vardı, yoğundular. Pür telaşla çekip gittiler yanından. Havada asılı kalan dertlerini de geride bırakarak.
Haftanın diğer günleri de pek farklı senaryolarla geçmedi; kendini unutup başkaları için üzülerek, kendine gücün kalmamışken başkalarının hayatını kolaylaştırarak, kendini yaşama bağlayacak gram enerji kırıntısı kalmamışken başkalarının hayatını güzelleştirerek. Aşağı yukarı benzer olaylar üst üste geldi ve böylelikle sana umutsuzlar kervanında en fiyakalı yeri ayırmış oldular. Ama sen bunun farkında değildin. İlerledin dik yamaçlarda, tozlu taşlı yollarda. Ağzına bir yudum su ya da bir lokma yemek girmediği oldu. Saatlerin geçip gitti yaşam mücadelesiyle. Kâh adımlarını atarken boşa kürek çektiğini düşündün, kâh her şeyi bırakıp gitmek istedin. Hatta arada kolun kanadın kırılmış bir hâlde, “Enerjimi emen en ufak bir şeye tahammül edemeyeceğim artık,” diye bir cümle kurdun silik harflerle. Beklentilere ya da serzenişlere aldırmaksızın yolunda ilerlemek kolay olmadı. Tüm bunlar yaşanırken, o ana kadar ne bir takdir ne de bir teşekkür zaten gelmemişti. Aradan haftalar, aylar, yıllar geçti.
Haklısın! Biriken yorgunluklar boğazında düğümlenmiş gibi. Nefesin daraldıkça, kasların pes et artık diye çığlık attıkça, hayatın soğuk yüzü suratına çarptıkça başka türlüsü mümkün olabilir mi? Acı çekiyorsun. Çekiyorsun çünkü iyi niyetin hep suistimal ediliyor. Bu denli bitkin olmanın altında yatan sebepler elbette bu kadarla kalmıyor. Bunlar yaşadıklarının insani ilişkiler boyutuna dair sıradan örnekler.
Haklısın! Bu şekilde hissetmekte yalnız değilsin. Hiçbirimiz melek değiliz, insanız en nihayetinde. Biriktirilmiş beklentiler, biriktirilmiş sahte dostluklarla önce boşaltılmış değerleri sonra boşaltılmış insanlığı yarattık. İşte tüm bunlar, kaybolmuşluk hissini artırıyorken, bir anlam ışığı bulabilmek kolay değil. Peki bunca can sıkan şeyin olduğu bir dünyada kendimizi bitkin moddan nasıl çıkarabiliriz?
Sadece şunu yap Sevgili Sen;
Bir MOLA VER! Ama öylesi bir mola değil, zaman kavramını söküp attıracak cinsten. Azıcık tembellik, azıcık yalnızlık ve azıcık çılgınlık içeren. Kimseye zarar gelmez bunlardan. Yanına seni iyi hissettiren dilediğin eşyayı al, seyahatin türüne ve uzunluğuna bağlı olarak. Mesela; bir süredir istediğin kadim doğunun bilgeliğine doğru bir gezi olabilir. Yahut doğası farklı yaşantısı farklı bir coğrafyaya doğru bir deneyim olabilir. Memleket havası alıp geleyim dersen, o da olur. Gizli bir koya ya da dağa gidip inzivaya çekilircesine öze dönüş yolculuğu da yapabilirsin. Hiçbiri bana uymaz diyorsan eğer toksik ilişkilerden uzak evinde birkaç gün dinlenebilirsin de. Yeter ki ruha şifa niyetiyle bir adım at ve sahip olduğun o saklı enerji kaynağını yeniden açığa çıkar…
Güzel günler çabuk geçiyor. Ve hiçbir şey sihirli bir formül etkisi yaratmıyor. Hayatımız da bir anda toz pembe bir tabloya dönüşmüyor. Yine haklısın!
Evet o sen, aynı ben 🤗