Yaşam Sevinci; Yaşamayı Sevmek

106 Görüntüleme
4 Dak. Okuma

Geçmiş zamanda izlediğim bir tiyatro oyununda: “Yaşamak tek marifetiniz, özen gösteriniz.” diyordu. Düşündüm ki ömür bize verilmiş en kıymetli armağan. Tekrarı yok, ayrıca bir telafisi de yok geçip giden zamanın. Anlamlı hale getirmek için ise temelde tek bir şeye ihtiyacımız var; yaşama sevinci!

Hem öyle dışardan almamız gereken bir şey de değil bu. Dünyaya gelişimizle birlikte halihazırda içimizde var olan bir his. Fakat bizi zorlayan, yoran, ümitsizliğe kapılmamızı sağlayan yaşam deneyimlerimiz bu sevinci hissetmemize engel olabiliyor.

Bazen yaşadıklarımızın acısı hiç bitmeyecek, izleri hiç silinmeyecekmiş gibi düşünebiliriz. Ama bilmeliyiz ki yaşam, yalnızca mücadele gerektiren, hep yıkıp döken bir yük, bir ceza, bir çile değildir. Bu yüzden bu yolculuğu eziyetmiş gibi düşünmemek, bir suçun bedelini ödüyormuş gibi görmemek gerekir.

Tabii, beraberinde sevinci de yanlış anlamamalıyız. Yaşama sevinci derken her an eğlencenin olduğu, hep neşeli, hep coşkulu günlerin yaşandığı bir halden bahsetmiyorum. Maksim Gorki’nin bir anısında okumuştum. Kendisi bir davet üzerine Amerika’ya gidiyor. Orada misafir olduğu arkadaşları, Gorki’yi her gece o müzikal, bu tiyatro, şu konser diye dışarı çıkarıyorlar. Her akşam insanların kendilerini sosyal bir aktiviteyle meşgul ettiğini gören Gorki, defterine şöyle bir not düşüyor:

“Amerikalılar tuhaf insanlar, acıdım hallerine. O kadar neşesizler ki eğlenmeden duramıyorlar.”

İşte Maksim Gorki’nin bu anısında tanık olduğu gibi, dışarıdan bir hareketle ya da aktiviteyle kendini eğlendirme çabası değildir yaşama sevinci. İçimizde kendiliğinden varlığını sürdüren, hiçbir şey yapmadan da mutlu olmamızı sağlayan bir histir.

İsviçre’de bir televizyon kanalında, bölgenin gözbebeği Alp Dağları’na yapılan turistik tren gezisinin yayınlandığını görenlerden bazılarının “Bunu mu izliyorlar? Ne var bunda insanı eğlendirecek?” diyerek tepki gösterdiklerine tanık olmuştum. Oysa bana kalırsa en büyük sevinç kaynağıdır doğanın eşsiz güzelliklerine temas etmek; varoluşun kalp atışını kendi nabzımızla birleştirip aldığımız nefesin hazzına varmak.

Çünkü içimizi sonsuz ve sınırsız olanın deryasında büyütürsek, zor günlerde yaşasak, dayanılması zor acılar da çeksek, mücadele ruhumuzu kaybetmeyiz. Bahsettiğim sevinç halini yerinde duramamak, hep hareket etmek ve neşeli olmak gibi algılarsak mutsuzluk kaçınılmaz olur.

Aslında şöyle düşünebiliriz; eğer yaşama sevinci bir kıyafet olsaydı, neye benzerdi? Nasıl bir tasarımı olurdu? Bu soruların cevapları hepimizde farklı olacaktır. Çünkü hiçbirimizin yaşama sevinci tanımlaması aynı olmak zorunda değil.

Ben düşündüğümde, mavi, yeşil ve kahverenginin hâkim olduğu, uçuşan kumaştan yapılmış bir elbise canlandı gözümde. Mavi ve yeşil benim doğaya olan tutkumu, hafifliği sadeliğe olan inancımı, kahverengi ise ağır ama asla karamsar olmayan ruhumu yansıtıyor gibi geldi. Sen bambaşka bir kıyafet tasarlayacaksın muhtemelen. Seni ve hayata olan yaklaşımını yansıtacak. Fakat yaşama sevinci üzerine pürneşe olmak gibi bir algın var ise o kıyafet üzerine oturmayacaktır.

Yaşama sevinci ile ilgili yapılan bir araştırmada; benzer zorlu yaşam deneyimlerine maruz kalmış bireyler inceleniyor. Bu kişilerin hepsi çocukluk travmalarına sahip, birçok problemle baş etmek zorunda kaldıkları bir hayat yaşıyorlar. Araştırmanın sonucunda, yaşam sevincine sahip olanların sorun çözme becerilerinin daha gelişmiş olduğu ortaya çıkıyor.

Bu araştırma da bize gösteriyor ki yaşama sevincine sahip değilsek, dünden bugüne getirdiğimiz yükleri taşımaya devam ederiz ve içinde bulunduğumuz andan zevk alabilmemiz mümkün olmaz. Böyle bir ruh hali ile ne kendimizi mutlu edebiliriz ne de çevremizdeki insanlar bizimle olmaktan mutluluk duyarlar. Çünkü yaşama sevincinin olmadığı bir hayat, sabaha kadar sabahı, akşama kadar akşamı bekleyerek heba edilmiş zamanı eksiltme eylemi demektir.

Öyle ki yaşam bir matematik problemi değil; sağlamaları yapılarak garantilenemiyor hiçbir sonuç. Yenilmeden öğrenilemiyor galibiyetin kıymeti. Acıya, yokluğa, ayrılığa, vedaya yenilmek gerekiyor bazen daha dirençli olabilmek için. “Ben de varım.” diyebilmek için birkaç kez hüznün sonsuz karanlığında kaybolmak gerekiyor.

Zorluyor, yoruyor, örseliyor ruhu kaybedilenlerin kederi. Ama beraberinde bir mana devşiriyor oradan insan; ömür bin heves, tek bir nefes…

Lütfen özen gösteriniz.

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Psikolojik Danışman
Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version