Yaşamak şakaya gelmez.
Büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın.
Bir sincap gibi mesela.
Yani yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
Yani bütün işin gücün yaşamak olacak…
Nazım Hikmet RAN’IN “Yaşamaya Dair” isimli uzun şiirinin girişinden birkaç mısra… Bu şiiri ne zaman okusam kendime “Ben nasıl yaşıyorum?” Sorusunu sorarım. Üç cümleden oluşan basit bir soru gibi dursa da cevaplamaya kalktığımda karmakarışık bir hal alıyor.
Sahi ben, sen, o nasıl yaşıyoruz? Ne için yaşıyoruz? Yaşama amacımız nedir? Hadi hep birlikte cevaplayalım…
Cevaplamaya kalktığımızda nasıl da süslü cümleler kurarak kendimizi avuturuz… Hatta hiçbirimiz benim yaşama amacım bir otomobil veya ev almak demeyiz. Para kazanmak, birikim yapmak da demeyiz. Süslü püslü cümlelerle amaç uydururuz sadece!
İnsan amacı için yaşamalı değil mi? Bu durumda ya amacımız çok basit kalıyor ya da yaşamayı ciddiye almıyoruz. Ciddiye almış olsak esasında bu kadar basit objeler için gece gündüz kendimizi paralamaz, sağlığımızı onlar uğruna feda etmeyiz değil mi?
Hatta bu hedefler için birbirimizi kırmaz yüreğimize nefret tohumları da ekmeyiz. İnsanın yüreğine “KİN” girdikten sonra hanları, hamamları, paraları pulları olsa ne yazar canım kardeşim…
Biliyor musun ben onu da denedim, kalbimde kin de besledim ama o zaman kalbim acıdı. Her şeyin tadı, tuzu kaçtı.
İçtiğim su bile acı.
Tatsız.
Yaşam için eğer kendimize hedef koyacaksak. Öyle basite kaçmadan sevmeyi, sevilmeyi amaç edinelim…
Han, hamam para pul olmadan da olur, canım kardeşim.
Sevmeden olmaz.