Bugünü yaşıyor muyuz yada düne ve yarına günümüzü esir mi ediyoruz?
Yaşam koşturmacamızda her zaman bütüne odaklandığımız için ayrıntıları kaçırıyoruz. Bütün incelik, güzellik, bereket ve rahmet o ayrıntılarda saklı değil mi? Kendimize vakit ayırdığımızı düşünüyoruz; yaptığımız tüm eylemlerde zihnimiz başka düşüncelerle meşgul. Çayımızı, kahvemizi içerken ya da sosyal medya, TV, telefon konuşması yaparken, bunların çoğu kendimize ayırdığımız vakitmiş gibi düşünüyoruz.
Bir çoğumuzun kafasına şöyle bir soru takılabilir; Çayımızı, kahvemizi içmek, yalnız başına bir şeyler izlemek, sosyal medyada vakit geçirmek kendimize ayrılmış vakit değil mi? Küçük bir nebze rahatlama sağlayabilir belki, ama tam anlamıyla değil.
Çayımızı, kahvemizi alıyoruz fakat ne içtiğimizin bile farkında değiliz. Amacımız sadece kısa bir süreliğine bedenimizi dinlendirmek. Oysa bütün sistemimiz ruhumuzun dinginliği ile hayat bulmuyor mu? Beden dinlendirmek zor değil; biraz oturursunuz, uyursunuz veya nasıl rahat ediyorsanız dinlenebilirsiniz. Ama ruhunuz yorgun ve huzursuzsa her hâlükârda bitkin hissedersiniz. Çayımızı, kahvemizi yudumlarken tadının kokusunun farkında olabiliyor muyuz? Ah yaşam karmaşası, yapılması gerekenler, bitmesi gereken işler, sorumluluklar yok mu, bizi zorlayan ve yıpratan koşullar… Farkında olmamızı oldukça zorlaştırıyorlar. Yediğimiz yemek bile midemizin boşluğunu doldurmak için. Birçok insan yemek ihtiyacını hazır gıdalar ve atıştırmalıklarla geçiştirmeye çalışıyor. Zamansızlığın arkasına saklanıyoruz sinsice. Kendimiz için özenle hazırladığımız sağlıklı yiyeceklerin sadece bedenimize değil ruhumuza da şifa olacağını bilemiyoruz.
Hadi al çayını, kahveni açık bir alana otur ve içtiğin her yudumun aromasını hisset kaldır başını gökyüzüne bugün ne kadar da mavi gökyüzü. Bulutlar dağılmış ve açık. Kuşlar sürüler halinde uçuyor. Öylesine süzülüyorlar gökyüzünde. Kanatlarının uçarken asaletinin farkında bile değiller belki de. Birçoğumuz gibi; gün içinde ne kadar çok iş başarsak da kendi yaptıklarımızın çoğunlukla farkında olamıyoruz. Dün karmaşasında, geleceğin belirsizliğinde bugünümüzü de ömrümüzden boş yere harcayıp duruyoruz. Bir daha asla yaşayamayacağımız her anın ne kadar kıymetli olduğunu bilmiyormuşçasına. Dün bitti bir daha asla geri gelmeyecek, yarın ne olacağımız ,ne yaşayıp ne yaşayamayacağımız belirsiz. Evet yarın için elimizden gelen bir takım hazırlıklar yapabilsek de her zaman planlarımız doğrultusunda gelecek hayallerimiz gerçekleşemeyebilir. Bazen siz her şeyi tam yaptığınızı düşünsenizde yüce yaratıcımızın bize hazırladığı kader, öğretmek istedikleri bambaşka olabilir. Dün dünde kaldıysa yarın belirsizse o halde bugünü yaşamımıza engel olmamızın sebebi nedir? Bütün duyularımızı en iyi şekilde kullanarak; çiçekleri, havayı, denizi koklamak, kuş sesleri, yağmur sesi dinlemek, yürümek, bütün güzellikleri hissedebilmek ne kadar büyük bir mucize olduğunun farkına varabilmek bütün yaşam koşturmacası içinde mümkün eğer kendine bunun için izin verirsen olmaması için bir sebep yok inanın. Belki bir çok insan bu kadar derdin, problemin içinde kendimi düşünecek vaktim mi var diyebilir fakat; eğer siz düşünüp ruhunuza, bedeninize zaman ayırmazsanız kim sizin sağlığınızla meşgul olabilir? Kendi kendimize huzurlu ve mutlu olamazsak yakınımızdakilere de ancak faydadan çok zararımız olur. Farkında yaşadığımız her an ayrı bir keyif yaşatacak .sadece beş dakika sessiz bir ortamda hiçbir şey le meşgul olmadan bedenimizi dinlememiz, nefes alışverişlerimizi hissetmememiz gün boyunca yüklendiğimiz negatif enerjiyi söküp atacaktır inanın.
Bütün mevsimlerin ayrı bir güzelliği var. Siz en çok hangi mevsimi seversiniz? Ben en çok ilkbahar ve sonbaharı severim. Sonbaharın dinginliği huzuru bambaşka güzel. İlkbaharın yeniden doğuşu ,canlanışı yaşam ne kadar zorlasa da her zorluğun ardından yeniden doğabilirsin pes etme der gibi cıvıl cıvıl ve güzel ve kıpır kıpır bir his uyandırmıyor mu sizde de. Bir de iki mevsimde de en çok sevdiğim pencereye patır patır vuran sakince yağan yağmurlar…