Bazen bir gülümseme başlatır her şeyi. Önce masumca başlar, sonra yavaşça kalbine sızar. Sözlere değil, bakışlara yazılır sevda. Birinin varlığıyla yetinmeyi, sesini duymadan bile mutlu olmayı öğrenirsin. Sen anlamazsın ama sen onun için dua ederken, o başkasının gülüşünde kayboluyordur çoktan. Bir dostluk sandığın yerde, kalbinle baş başa kalırsın. En çok da sessizlik konuşur böyle zamanlarda. Gecenin en derin saatinde çığlık çığlığa susarsın. “Ben sadece arkadaşım” dediklerinde yıkılmazsın, ama “Artık selam bile verme” dediklerinde bir yanın ölür. Çünkü sen kaybetmek istemedin, sadece sevmek istedin. Oysa bazıları seni sevilmeye değer bile görmez. Sen onunla aynı sokakta yürürken kalp atışlarını susturmaya çalıştın. O ise adımlarını senden uzaklaştırmakla meşguldü. Aynı şehirde nefes alıp veriyorsun ama artık onun için görünmezsin. Adını ansan yük gibi olur, selam versen rahatsızlık sayılır. Bunu hak edecek ne yapmıştın? Sadece içten değer vermek mi suçun?
Biliyor musun, bazen insanlar seni kalbinde taşır gibi yapar ama aslında sırtında bir yük gibi görür. Oysa sen… sen onun omzuna bile yük olmamaya çalışmıştın. Gölgesiyle yetinecek kadar saf, duasıyla mutlu olacak kadar temiz sevmiştin. O ise gölgeni bile istemedi. Sen affetmeye çalışırsın, kendine bile itiraf edemediğin bir eksiklikle. Ama kalp bazı izleri silmez, bazı kırgınlıkları gömer ama unutmaz. Her selamsız geçişte içinden “neden?” diye bağırırsın ama dudakların susar. Çünkü birini kırmadan sevmeyi öğrendiysen, sustuklarınla boğulmayı da kabul etmişsindir. Şimdi ne mi yapıyorsun? Aynı şehirde, aynı gökyüzünün altında yaşadıklarını tekrar tekrar hatırlıyorsun. Ama bu kez senin gözlerin doluyor, onun haberi bile olmadan. Kalbine gömdüğün her şeyle yaşamayı öğreniyorsun. Haksızlığa uğradın, evet. Ama kimseye beddua etmeden geçiyorsun yanından. Çünkü senin kalbin intikamla değil, sevgiyle doluydu.
Ve şimdi…
Diyorsun ki içinden sessizce:
“Bir gün yaşattığını yaşa…
Birini her şeyinle severken, onun senden uzaklaşmasını…
Sadece varlığınla mutlu olmaya çalışırken, yok sayılmanın acısını…
Birini kazanmak isterken, her şeyini kaybetmenin çaresizliğini…
Ve en çok da…
Selamsız bir vedayı.”
Çünkü bazen tek bir cümle yeter:
“Sen sana değer vereni kaybettin, ben ise sadece susmayı öğrendim.’’