‘‘Konuşulmayan acı, kalbi parçalar.’’ (W. Shakespeare/ Macbeth)
İngilizcesi ‘‘mourning’’ sözcüğüne tekabül eden ‘‘yas tutma’’ teriminin Almanca karşılığı: Trauerarbeit. ‘‘Trauer’’ üzüntü ve keder anlamına gelmektedir. ‘‘Arbeit’’ ise çalışmak demektir. İki kelimeyi birleştirdiğimizde ‘‘Üzüntü Çalışmak’’ gibi kulağa garip gelen bir kavram elde etsek de bu ifadenin yas ve yas sürecini son derece iyi tanımladığını söyleyebiliriz.
Kayıp ve Yas
‘‘Anormal bir duruma karşı gösterilen anormal tepki normaldir.’’ (Viktor E. Frankl)
Yas dediğimiz süreç, kişinin söz konusu kayba dair düşünce ve duygularını makul oranda serbestçe yaşamasını içermektedir. Kayıp çoğunlukla sevilen biri veya yakınımız olabilir fakat bununla sınırlı değildir. Ölüm vesilesiyle bir insanın kaybını deneyimleyebileceğimiz gibi sembolik anlamda bir kayıptan da söz edebiliriz: Sevgiliden ayrılmak, arkadaştan ayrılmak, belki de bir şehirden ayrılmak adeta bir yakınımızı kaybetmiş kadar bizi etkileyebilir ve acımızı yaşamamız gereken bir yas’lanma süresine ihtiyaç duyabiliriz.
Yas tutma biçimleri kişiye, zamana, duruma göre değişiklik gösterebilir. Kimimiz kayıp haberini aldığında göz yaşlarına hakim olamaz, kimimizse haftalar veya aylar sonra ağlamaya başlar. Kimimiz kabuğuna çekilip yalnız kalmak ister, kimimizse ailesi ve arkadaşlarının yanından ayrılmak istemez. Bu çeşitliliğin kişinin kendi seçimi olduğu müddetçe bir mahsuru yoktur. Öfke, sevinç, korku gibi duyguları yaşamak nasıl herkesçe farklılık gösteriyorsa yas için de aynısı geçerlidir. Bu yüzden bu süreçte kimsenin kimseye nasıl tepki vereceğini, duygularını nasıl dile getireceğini belirlememesi en faydalı seçim olacaktır.
Ölüm Gerçeği
Ölüm hiç kuşkusuz hayatın en hakiki yaşantısıdır. Dünyada ölümlü olduğunun bilincindeki tek canlı olan insan ise bu gerçekten her fırsatta kaçma eğilimindedir. Günlük yaşamını rahatça devam ettirmek için elbette gerekli olan bir savunma mekanizmasıdır bu. Fakat hakikatten ne kadar kaçarsak kaçalım elbet bir gün hepimiz bu olguyu deneyimleyeceğiz.
Kişinin yakınlarını kaybederek de ölüm ile tanışması oldukça olasıdır. Kayıp sonucunda genelde derin üzüntü ve keder duyguları meydana gelmektedir, acının büyüklüğüne göre depresyonun eşlik etmesi de muhtemeldir. Ve çoğu zaman kişinin önünde iki yol belirmektedir: Kaçış ve yas. Ya bu kaybı kabul eder ve kendimize biraz üzülme fırsatı veririz ya da bu kaybı inkar eder ve kaldığımız yerden hayata devam ederiz. Aslında buradaki kaçış, yas ve yas sürecinden ziyade ölüm gerçeğinden kaçıştır. Çünkü kişi bu kaybı kabul eder ise ölüm gerçeğini de kendisinin de bir gün öleceğini de bilinçli bir şekilde kabul etmiş olur. Bu esnada gerçeklerden kaçmak yerine gerçekleri kabul etmemizin ve duygularımızı yaşamamıza izin vermemizin önemine bir örnekle dikkat çekmek istiyorum.
Bireyin söz konusu pozisyonunu bacağı kırılmış ve alçıya alınmış bir hastanın durumuna benzetebiliriz. Eğer kişi, sakatlandığını kabul edip hasarlı ayağının üzerine basmaz ve istirahat ederse zaman içinde eski sağlığına kavuşacaktır. Fakat hastalığını kabul etmez ve hiçbir şey olmamış gibi ayağından destek alırsa sağlığının düzelmesi daha da zorlaşacaktır. Örneğimizden yola çıkarak kayıp sonucunda ruhsal bir hasar almış olan kişi, kaybını kabul etmeyip, yas sürecinden kaçarak hiç bir şey olmamış gibi hayatına devam ederse muhtemelen kendisine verebileceği en büyük zararı vermiş olacaktır.
Kaçıştan Semptoma
‘‘İfade edilmemiş ve bastırılmış duygular asla ölmez, kaybolmaz. Diri diri gömülürler ve sonra daha korkunç şekillerde tezahür ederler.’’ (S. Freud)
Peki kaybı yadsımanın ve yastan kaçmanın bireye nasıl olumsuz bir geri dönüşü olabilir? Bu noktada psikanalizden öğrendiğimiz çok önemli bir şey vardır: Bastırılan duygu ve düşüncelerin hiçbir zaman yok olmadığı gerçeği. Biz onları zihnimizden ve hayatımızdan def ettik sanarız. Fakat onlar bilinçdışı bir düzlemde, kılık değiştirip tekrar gün yüzüne çıkacakları anı beklerler.
Geçmişte bastırılmış, bundan dolayı çok daha farklı bir biçimde gün yüzüne çıkmış şeye ise semptom diyoruz. Bir türlü neyin sebep olduğu anlaşılamayan bir ruhsal şikayetin, aslında zamanında tutulmayan bir yasın ve bastırılan duygu ve düşüncelerin kaynaklık ettiği, psikoterapi tedavilerinde sık sık karşılaşılan bir durumdur.