“Yazdıkça yaşadığımı hissediyorum, yaşadıkça yazacağım.”
Yazmak, kanserli hücreyi vücudumdan atmak gibidir benim için. O hücre oraya yerleşmeden nice duygu, nice insan eskitmiştir ömrümden. Eskidikçe türer kötü huylu hücreler ve beni hasta etmeye başlar. Yazdıkça nefes alırım, ağrılarım dinmeye başlar. Morfin yemiş gibi gezinirim bir süre yüzümde tatlı bir tebessümle. Ne zaman sancılarım, korkularım başlar, o zaman paniğe kapılırım. Bilirim ki kanser ilerliyor vücudumda.
Yazmazsam öleceğim zannederim yavaş yavaş. Bazen bir bıçak darbesi atarım, daha hızlı yayılmaya başlar, bazen yalvarırım vücudumu terk etsin diye, işe yaramaz. Hiçbir eylem kalemimin dil dökmesi kadar tesir etmez. Sabahlara kadar yazarım sonra. Kendime, kurallarını kendim koyduğum bir dünya yaratırım. Karakterlerle konuşur, onlara giydiririm çözümleyemediğim kimlikleri. Sonra yeniden tanışırım, konuşur, anlaşırım. Onların kişiliklerini çözümler, bir bir affederim yine kendi dünyamda. Korkularımla yüzleşirim sonra, onları ete kemiğe büründürür somut bir forma dönüştürürüm. Parmak uçlarımla severim sonra onları, bir bir özümserim. Hepsi benim, hepsi bende oluşup çevreme yaydığım gerek doğru, gerek yersiz duygular… Sonra onları da yargılar, kimisini idam ederim kimisini baş tacı. Kendime bir adım daha yaklaşır, kendimi sevmenin yollarını bulurum. Öyle ya kendini sevmeden nasıl yaşar insan? Kendini sevmeden başkasını nasıl sever insan?
Yazdıklarımı derler toparlar bir bütün haline getiririm. Hepsine bir de isim bulurum. Benden çıktığına emin olduktan sonra eski sağlığıma kavuşurum.
Sonra yazdıklarım, nice hasta gönlü tedavi etmek için raflara dizilir.
“Yazmak iyileştirir.”
İlk romanımı 17 yılda tamamladım. Yazmaya başlama serüvenimin kitap çıkarmamla hiçbir alakası yoktu o zamanlar. Ölümle yaşam arasında gidip geldiğim, yaşamaya bir sebep bulamadığım dönemlerde yazarak tutundum hayata. Yazdıkça iyileştiğimi fark ettim. Bende travmaya sebep olan bir olayı yazarak aşabileceğimi anladığımda daha çok yoğunlaştım. Yazdıkça döküldü, çığ oldu büyüdü kelimeler, yazdıkça hayat bana dallarını uzatmaya başladı. Düştüğüm uçurumdan yazarak, tırnaklarım kanaya kanaya, kendimle yüzleşerek, geçmişimle hesaplaşarak ve herkesi bir bir affederek yukarı çıktım. Kalemim sustuğunda önümde koca bir gerçek duruyordu; beni yeniden hayata bağlayan. Herkes okumalı, ders çıkarmalı dedim ve sonra karar verdim ilk romanımı çıkarmaya.
“Yazmak taşmaktır.”
Okuduklarının taşmaya, taşarken başkalaşmaya başladığı bir eylemdir yazmak.
Gerçek hayat hassas ruhların uyum sağlayamayacağı kadar ağır duygularla sınar bazen insanı. Ben de sırf bu ağırlıktan kaçmak için okumaya sığındım lise yıllarımdan itibaren. Okudukça uzaklaştım kendi dünyamdan, başka hayatlarda kulaç atmaya başladım. Ve anladım ki okudukça yazma gereği duyuyor insan. Yazma marifetini okumakla süslemeyen insanın yazdıklarının sığ kaldığını gördüm.
Doldurduğu kefe, kendi cümleleriyle taştığında yazmaya başlar insan.
Ne zaman tükendiğimi hissetsem, ne zaman ahrazlaşıp lal olsam yazmak için okumaya sığındım, yaşamak içinse yazmaya…