Gökyüzündeki yıldızlar ışıl ışıldı. Ben, eşim, kardeşim ve arkadaşım yılankavi bir sokakta yürüyüş yapıyorduk.
Ben güle oynaya:
“Hayat çok güzel! Gökyüzünü, insanları, hayvanları, çiçekleri seviyorum. Dağların üzerinden bir kartal gibi uçmak, ırmak olup çağlamak istiyoorum!” dedim.
Arkadaşım Güzelcan alay ederek: “Sen aklını şaşırmışsın! Bu hayatın nesi güzel? Yaşam fırtınalı bir okyanus. Ve bütün insanlar bu fırtınalı okyanusta boğulmamak için yüzmeye çalışıyorlar. Kimileri de zayıf oldukları için boğuluyorlar…
Anne karnındaki bebekler bombalarla öldürülüyor, insanlar birbirlerini azgın köpeklere parçalatıyor. Eşler birbirlerini aldatıyor. Kimileri öz evlatlarını öldürüyor. Gözler ağlıyor, yürekler kavruluyor. Bu hayatın nesi güzel?” dedi.
Eşim, “Of ya, içimizi karartın Güzelcan! Yarın gemiyle geziye çıkalım mı?” dedi.
Hep bir ağızdan:
“Çıkarız!” diye cevap verdik.
Ertesi gün, eşim Serkan ve ben, erkenden uyandık. Çantalarımızı hazırlayıp, elbiselerimizi giydik. Sonra kardeşimi ve Güzelcan’ı evlerinden alıp, yola koyulduk.
Samandağ’a gelince, arabamızı limana yakın bir yerde park ettik.
Çantalarımızı arabadan alıp, yürüyerek limana geldik. Gemi bizi bekliyordu. Gemiye binerken, bir heyecan sardı yüreklerimizi.
Yolcular bindikten sonra gemi harekete geçti. Rıhtım gittikçe küçülüyordu.
Gemiden uçsuz bucaksız denizi seyrettik. Deniz ilk başta maviydi. Sonra lacivert rengini aldı. Ne sırlar saklar deniz yüreğinin derinliklerinde! Sonsuz mavinin kucağında olmak biraz da ürkütüyor insanı!
Denizin muhteşem görüntüsü, deniz dalgalarının sesi, güler yüzlü yunus balıklarının denizde yüzüşü, beni mest etti. Düşünceler tespih taneleri gibi birbiri ardınca sıralandı:
Bir yunus balığı oldum;
Denizde yüzdüm.
Deniz dalgası oldum,
Sahille öpüştüm.
Güneş oldum,
İnsanları ısıttım.
Bir martı oldum,
Mavi gökyüzünde uçtum.
“Çaylar geldii!” diye bir ses, daldığım düşüncelerden uyandırdı beni. Ben, eşim, kardeşim ve arkadaşım, çaylarımızı içtik, evden getirdiğimiz börekleri de yedik.
Kel Dağı’nın başı değmiş, mavi beyaz bulutlara! Bu manzara sadece rüyalarda görülür. Gemide bulunan herkes büyülendi.
Gemi dağa yakın bir yere demirledi. Ben, eşim, kardeşim ve arkadaşım kendimizi mavi sulara bıraktık. Yüzerek karşı kıyıya gittik .Gemideki insanların çoğu filikayla sahile geldiler.
Ben doğayı keşfetmeyi, dağlara tırmanmayı çok severim. Etrafta neler olduğunu görmek için, dağın tepesine tırmandım. Arkamdan kardeşim ve arkadaşım da geldi. Gözden epeyce uzaklaştık. Dağın tepesinde, iki metre derinliğinde içi su dolu, devasa bir çukur gördük. Devasa çukurun içindeki su, elmas gibi parlıyordu.
Arkadaşım Güzelcan, “Ay, harika bir su!” dedi.
Kardeşim ve ben devasa çukurun kenarında oturup, suyu seyre daldık.
Güzelcan, hemen soyundu. Eteğini bir tarafa, tişörtünü bir tarafa attı. Ve devasa çukurun kenarına geldi.
Ben, “Güzelcan ne yapıyorsun? Delirdin mi sen? Suyun içinde ne olduğunu bilmiyoruz!” dedim.
Güzelcan, “Görmüyor musun, su çok berrak, fazla da derin değil!” dedi.
“Atlama lütfen!” dedim.
Güzelcan, “Sen bana karışma, ben bu suya gireceğim,” dedi. Ve suyun içine atladı. Güzelcan, yüzmeyi biliyordu. Birkaç saniye geçmesine rağmen, su yüzüne çıkmadı.
Kardeşim Türkan atıldı, “Ne oldu buna ya?” dedi.
Ben, “Güzelcan, ayaklarını çırp, su yüzüne çıkmaya çalış!” diye bağırdım. Fakat Güzelcan su yüzüne çıkmadı. Onu sudan çıkarmak için, suya atlamayı düşündüm, sonra atlamaktan vazgeçtim. Çünkü, aynı akıbet benim de başıma gelebilirdi.
Ben ve kardeşim Türkan beynimizden vurulmuşa döndük.
Ben, Türkan’a, “Aman Türkan, sakın suya atlama! Ben yardım çağırmaya gidiyorum.” dedim. Sonra var gücümle koşmaya başladım.
Eşim Serkan ve birkaç kişi kıyıda oturmuş, sohbet ediyorlardı.
Ben ağlamaklı bir sesle, “Serkaaan, yetiş! Güzelcan boğuluyor!” diye bağırdım.
Serkan ve yanındakiler ayağa kalkıp, bana doğru koşmaya başladılar .
Serkan, bana, “Güzelcan nerede?” diye sordu.
“Güzelcan yukarıda. Lütfen, acele edelim!” dedim.
Hepimiz dağa çıktık. Devasa çukurun olduğu yere geldik. Serkan hiç duraksamadan suyun içine atladı. Birkaç dakika sonra, su çekildi ve Güzelcan göründü. Serkan Güzelcan’ı devasa çukurdan çıkardı. Suyun böyle birden çekilmesi, beni ve orada bulunan herkesi şaşırttı.
Güzelcan’ı sudan çıkarır çıkarmaz, ona solunum yaptırdık, ciğerlerindeki suyu boşlattık. Ancak Güzelcan kendine gelmedi. Ölüm ve yaşam arasında gidip geliyordu Güzelcan’ı hemen hastaneye kaldırdık. Geçen her saniye onu ölüme biraz daha yaklaştırıyordu.
Akdeniz Hastanesi’nde Güzelcan’nın yaşadığına dair herhangi bir belirti yoktu.
Doktor, “Hastamızı kaybettik!” dediğinde, bir mayın patladı yüreğimde! İnsan, sevdikleri için ölümü kolay kolay kabul etmiyor. Ben ve kardeşim, dizlerimize kapanıp, hıçkıra hıçkıra ağladık.
Ağlarken, Sevim Burak’ın bu sözleri geldi aklıma: “Hayat dediğimiz şey, insan vücudunu ve beynini sonsuza kadar yoran, yıpratan, doğduğu günden başlayarak ölüme götüren olaylar silsilesidir.”
Eşim Serkan, cesaretini toplayarak, cep telefonuyla Güzelcan’nın ailesini aradı: “Başınız sağ olsun!” dedi.
Bu arada Güzelcan sedyeyle morga götürülüyordu. Mucize işte tam bu sırada gerçekleşti. Ben, hiç bir yaşam belirtisi göstermeyen Güzelcan’ın hiç beklenmeyen bir şekilde, elini kımıldattığını görünce, gözlerime inanamadım!
Akdeniz Hastanesi’nin acil müdahale ekibi ivedilikle canlandırma işlemine girişti. Doktorlar, yaklaşık bir saat boyunca, Güzelcan’a gereken bütün müdahaleleri yaptılar. Ancak bir mucize gerçekleşmiş, Güzelcan yaşama dönmüştü.
Bu sırada Güzelcan’nın öldüğünü düşünen annesi-babası ve arkadaşları, Akdeniz Hastanesi’ne geldiler. Henüz mucizeden habersiz, kızlarının ölümünün acısını yaşıyor, arayanlara bu kara haberi veriyorlardı. Perişan bir haldeydiler.
Anne-baba Güzelcan’nın ölmediğini, hayata döndüğünü öğrendiklerinde ne yapacaklarını şaşırdılar. Anne sevinçten bayılacak gibi oldu. Babası bir yandan sevinç gözyaşları döküyor.
Bir yandan da bana ve eşime art arda sorular soruyordu. Yürüyemeyecek kadar güçsüz görünen annesi kızının yatığı odaya uçarcasına gitti. Anne ile babanın kızlarına sarılışı görülmeye değer bir tablo oluşturmuştu.
Güzelcan Akdeniz Hastanesi’nde bir hafta kaldıktan sonra, taburcu edildi. Onu görmek için evine gittim.
Güzelcan gülümseyerek, “Sevgiciğim, bu olay bana iyi bir ders oldu,” dedi. Hayata daha çok bağlandım. Daha önce çok karamsardım. Her şey acı geliyordu. Ağaçlar, çiçekler, mavi deniz, güneş, kapkara görünüyordu gözlerime. Olur olmaz nedenlerle incitiyordum ailemi, dostlarımı. Kimi zaman, ‘Tanrım, ansızın bir rüzgar çıksa, bedenimi sarmalayıp, huzur ülkesine götürse,’ diyordum içimden, ancak şimdi yaşama bakış açım olumlu yönde değişti. Hayatı seviyorum. Bana her şey güzel geliyor. Yeniden doğmuş gibiyim. Ayrıca bu olay bana dost öğüdü dinlemem gerektiğini de öğretti!”
“Güzelcan, ben de sana başımdan geçen bir olayı anlatacağım,” dedim.
“Günün bütün yorgunluğu üzerimdeydi. Çarşıdan eve Geldim. Elbiselerimi çıkardım, ayağımdaki çorabı havaya fırlattım, avizeye takıldı. Sonra yatağıma uzandım. Kendi kendime: Yaşam bir işkence ya. Mutsuzum, umutsuzum! Bıktım artık bu hayattan. İntihar edeceğim, diye söylenirken, ansızın dolaplar, yataklar korkunç bir şekilde sallanmaya başladı.
Ev, denizde azgın fırtınaya tutulmuş bir gemi gibi sallanıyordu. Kapıyı açarken ölümün soluğunu ensemde duydum. Merdivenleri hızla inerken; tuğlalar üzerime düşüyordu. İnsanlar kulakları yırtarcasına, “Allah’ım, bizi koruu!” diye bağırıyordu. Bu olaydan sonra benim de yaşama bakış açım olumlu yönde değişti.”
Güzelcan bana sarılarak:
“Her olumsuz durumun ardında olumlu bir şey saklıymış. Hayatımızdaki güzelliklerin farkında olabilmemiz dileğiyle” dedi.