Toplumsal yapının inşasında değer görmeyen, rol verilmeyen bireyler; imhasında figüran olarak kullanılmak üzere karşımıza çıkarlar. Bu yazımı bu tema üzerinde şekillendirmek, konuyu irdelemek istiyorum.
Gün geçmiyor ki haber bültenlerinde cinayet, cinnet, intihar haberleri duymayalım. Ne oluyor insanlarımıza? Neden böyle oluyor? Türk toplumu nerelere evriliyor?
Öncelikle toplum kavramı üzerinden gidecek olursak; ülkemizi, tarihimizi ve kültürümüzü ortak yaşadığımız çevremizdir toplum. Sosyalleştiğimiz, değer gördüğümüz, eleştrildiğimiz, hırpalandığımız ya da dışlandığımızda hep toplum reflekslerinden bahsederiz. Afet, terör ve savaş anlarında olağanüstü kenetlenmeler yaşadığımız gibi seçim ve fanatizm barındıran derbi maçlarda da bir o kadar ayrışırız, tarafgirleşiriz. Farklı renk taşlardan oluşan Zeugma mozaiği gibi toplulumuz da barındırdığı farklı renklerle güzelleşmekte ve güçlenmektedir. Her rengine ve şekline sahip çıkmalı, ahengini korumalıyız.
Bir gün cuma hutbesinde hoca efendi çok güzel bir konuya değinmişti. “Toplum bir duvara benzer, yöneticilerimiz ustaya, insanlarımız da farklı renk şekil ve büyüklükteki taşlara” dedi. Birden daha dikkatli dinlemeye başladım, kulak kesildim acaba nasıl devam edecek hoca diye. Devam etti; “Toplum duvarı inşası yapılırken ustaya düşen görev; her taş özelliğine göre bir yerde değerlendirilmeli, boşta taş kalmamalı, herkes kendini toplum duvarının içinde değerli, güvenli ve bağlı hissetmeli. Eğer ki kullanılmayan, dışlanılan bir taş olursa düşmanlarınız gelir sizin dışta kalan taşlarınızla kendi duvarınızı yıkarlar.” kalakaldım, üzüldüm. Çünkü bizde boşta taş çoktu.
Bireyin hayattan beklentileriyle, toplumun bireyden beklentileri uyuşmazsa, kan uyuşmazlığından bir zehirlenme yaşanabiliyor. Toplum bireyden güçlü, zengin ve saygın biri olmasını istiyor. Aile beklentisi “Oku, adam ol! Bak arkadaşların oldu”. Eğitimin gerçek beklentisi “Kendini gerçekleştir, mutlu olacağın bir hayat kur!”. Günümüz eğitim anlayışı “Çok matematik sorusu çöz, hızlı oku, çabuk cevap ver, çok para kazanan saygın bir mesleğin olsun. Yoksa çoban ya da çöpçü olursun!”.
Peki sonuç nedir kardeş? Potansiyeli nispetince, çabasının en güçlü itiş gücüyle, söylenmese de ailesinin toplumsal sınıfı ve ekonomik varlığıyla doğru orantılı; gençliğin ve sosyal çevrenin yüksek sürtünme katsayısıyla ters orantılı afilli SONUÇ kavramı. Hayaller, hayatlar draması vesselam.
Uşak’ta kafası doğru çalışmayanlara TEKTOKMAK denir. Kafası tektokmak olmayan ya da ESEREKLİ (sonucunu düşünmeden, konuşup davranan) olmayan kişini toplumdan istediği üç şey vardır. Kabul görme, sevilme ve takdir edilme. Bunlara sahip bireyler genel olarak toplum duvarındaki yerlerinden memnundurlar. Tabi insanca yaşayabilecek ekonomik bir güce de sahip olması gerekir herkesin. Kocaman bir gelir adaletsizliği ve dar gelirlilerin göstermelik lüks yaşama arzuları, zengin fakir arasında afaki bir uçurum yaratmakta. Maalesef çok pahalı araçlarla gezip pahalı evlerde oturan zenginlerimizin evcil hayvan masrafı bile çalıştırdakları bir kaç işçiye verdikleri ücretten daha yüksek. Bu durum amiyane tabirle fakir dediğimiz insanlarda, öğrenilmiş çaresizlik sendromunu ortaya çıkarıyor. Hayattan kopmuş, çalışmayan, hedefsiz, mutsuz ve umutsuz insanlar topluluğu. Toplum duvarında yer verilmeyen bu insanlar maalesef toplumumuz için en büyük İÇ KURDU.
Yazımın sonunu biraz, “Dam üstünde saksağan, vur beline kazmayı” minvalinde noktalamak istiyorum.
“Girmeden tefrika bir millete düşman giremez. Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez.” (Mehmet Akif ERSOY)
Not: Yukarıdaki yazılar hayat ürünüdür.