Hava kararmış, pencereden dışarıya gökyüzüne ve yıldızlara bakarken bir yıldız kaydı. İçimde belirsiz bir sevinçle bağırdım:
“Yıldız kaydı! Bir dilek tutalım, babaanne!” dedim, parmağımla yıldızı göstererek.
Babaannem yanıma yaklaştı ve şöyle dedi:
“Bir yıldız kayınca dilek tutulmaz. Yıldız kayması, bir insanın ölümü yaklaştı demektir. Bir insanın yıldızı kayarsa, o insan en geç kırk gün içinde vefat edermiş.”
İçimdeki sevincim yarım kaldı, yerini bir hüzün kapladı. Gözlerim doldu. Kayan yıldıza, ölümü yaklaşmış bir insan için üzüldüm. Birkaç dakika boyunca ne düşüneceğimi, ne soracağımı bilemedim. Üzüntümü hisseden babaannem konuşmayı sürdürdü:
“Gökyüzünden bir yıldız kayıp gittiğinde, yeni bir yıldız doğuyor, biliyor musun? Semada yerini alıyor. Bu da dünyada bir bebek doğduğu anlamına gelir.”
Son sözleri içimdeki sıkıntıyı biraz da olsa hafifletti. Elini tutup:
“Çok uzun bir iple yıldızımı göğe asalım, kaymasın. Ben ölmek istemiyorum, babaanne,” dedim. Sözlerim onun hoşuna gitmiş olmalı ki gülmeye başladı.
“Ah, Murat, Allah iyiliğini versin. Aklına nereden geliyor böyle fikirler,” dedi ve beni kucağına aldı. “Bunları seninle konuşmak için daha küçüksün. Ama unutma, ölüm hakktır. Senin önünde kocaman bir hayat var. Bunları düşünme. Sen bu dünyada Allah’ın yolundan ayrılmayarak, gökteki yıldızın her geçen gün daha parlak parlayacaktır,” dedi. Yatağının yanında duran Kuran-ı Kerim’i açtı ve “Hadi birlikte Necm Suresi’ni okuyalım,” dedi.