Yalnız yaşadıkları değil, yaşayacakları da ilgilendiriyor insanı. Tatlı bir hayal gülümsetirken, olabilecek kötü bir şeyin gerçekleşme ihtimali bile gölgelendiriyor yüzündeki neşeyi.
Bu kadar kırılganız işte ve bu kadar kolay insanın acizliği.
Yaşanabilecek her kötü şeyi yaşadı insan. Yok olmacasına savaşlar gördü, salgın hastalıklar atlattı, göçler etti, vatanını terk etti, zulüm gördü, zulmetti, ayrılıklar, yalnızlıklar tüketti.
Ama bu arada en önemli yeteneğini de keşfetti, ALIŞMAK.
Her şeye, her duruma alıştı.
Binlerce yıllık bir yürüyüşün birikimiyle geldi bugüne.
Buzul çağının tek mevsimlik iklimiyle alıştı üşümemeye. Çok kolay ulaşabiliyordu artık vizon kürklere, atkılara, eldivenlere.
Karanlık devirlerin bilgisiyle meydan okudu geceye. Başlamıştı fosforlu kalemler, neon lambalar, ışıklı arabalar icat etmeye.
Ey HAYAT, ben de alışırım sana merak etme, bekle. Soğukluğun zaman kaybettirir sadece. Karanlığın merak ettirir.
Gençlik gece lambası gibidir. Önünüzü görebilirsiniz ancak ayrıntıları seçemezsiniz.
Önünüze serilmiş bir hayat durur karşınızda. Adımınızı atıp yola çıkmaya hazırsınızdır. Kendinizce hazırlıklısınızdır da. Cebinizde ayrılık üzerine yazılmış birkaç şiir, yarım kalmış aşklar için birkaç şarkı taşırsınız. Güvendesinizdir. Yangında kurtarılacak hiçbir şeyiniz yoktur. Ne dikili ağacınız ne çakılı çiviniz. Kim olduğunuz sorulursa, siz sadece sizsinizdir.
Gençlik çelişki demektir. Geceyi üstünüzden çekip alır ancak siz geceden çıkmak istemezsiniz. Sonra yaş alır insan. Kaygıları merakla, korkuları özgüvenle yoğrulur. Yola düşmek ister. Kiminin izi kalır, kiminin gözü kalır. Yıllar insanları tanıştırır, zamanla farklı yerlere koyar. Kuruyan dal budanır, sel gider, kum elenir. Kalanla yola düşülür, yoldaş olunur. Kimlerle tanıştığımızdan ziyade kim olduğumuz önemlidir. En nihayetinde kendimizle kalırız çünkü. Yollar yıllarla yürünür. Varmaya çalıştığımız her yer, ardımızda bırakacağımız mihenk taşlarıdır. Biz hatıra deriz hatırladıkça üzüleceğimiz bu taşlara.
Çok uzaklardaysan, bir otobüs yolculuğa çağırır. Bir vapur demir alır, bir tren sana doğru yol alır. Otogarlar ve dahi rıhtımlar senin için hazırlanır. Bulurum seni, merak etme.
Çok derinlerdeysen, bir kez de senin için çalışır beynimdeki burgular. Öğütülür dönen çarklar, dişliler arasında mesafeler. Yavaş yavaş cevaplanır yarım kalan sorular.
Bulurum seni, merak etme.
Hep böyle sürecek değil ya bu yalancı baharlar, bu plastik masallar.
Hep aynı kalacak değil ya bu çocuksu yaşlar, delikanlı sabahlar.
Bulurum seni.
Elimde eski günlerden kalma bir eldiven, bir atkı,
Cebimde indiğim otobüsün bileti,
Yüzümde terkedilmiş limanların ıslak rüzgârı.
Yani, yaşanmış bir geçmişin kırılgan hatıraları.
Yani, bir insanın tastamam hayatı,
Yani, bir insanın insanlığı.
Seni ararken kayboldu haritaların anlamı.
Çoktan unutuldu yitik hayatları bulma atlası.
Çoktan silindi sana gelen yolları gösteren kutup yıldızı, kuzey rüzgârları ve işaret levhaları.
Ama sen yine de merak etme, bulurum ben seni.
Kırılganım dediysem korkma.
Kırılınca yok olmam, çoğalırım. Yeniden düşerim yollara. Gerekirse ben seni son parçamla bulurum.
Hadi, sen de bir şey söyle.
Yer yarılmadan ve ben düşmeden içine bir şey söyle.
Tek bir şey.
Sadece GEL de…