Yorgunum, hem yaşımdan hem de kendimden. Lâl dilim, susup uslanmaz mısın? Sükût içinde sussam, duyulur mu çığlığım? Devirdikçe yılları, gidiyor yaşım. Yorgunum, hem yaşımdan hem de kendimden. Gelen Azrail mi, bilmiyorum; gönlümün kuyusu derin bir yara. Tutar mısın ellerimden, beni aşk meclisine katar mısın? Bu şehir artık yabancı, mevsimler ise yalancı.
Eylül şairi gidince ne olur, biliyor musun? Arkasında mevsimler ölür, kuşlar ölür, yağmurlar ölür. En acısı da ne, biliyor musun? Başını okşadığı çocuklar ölür.
Yetim kalır bu kent, sokaklar sessiz kalır; nergisler, gül meclisleri öksüz kalır. Âşıklar Tepesi’nde acımasızca oklar saplanır kor yüreklere.
Kalbim sana hasret; cihana katlanmam senden ibaret. Gel de yetiş, ruhumun aynası kırık. Akan zaman mı, yoksa nehir gibi akan gözyaşlarım mı? Bir yanım hiçlik iken, bir yanım buram buram sensizlik kokuyor.
Ey kirpiğine tutunduğum damla, bu gece dilberim yamacında. Bu gök kubbe, yanan ışıklar benim değil. İster mi beni yıldızların? Dağılıp kimliğimi aramak istiyorum bu gece. Şiirimsin; gökyüzünde billur penceremden seyrediyorum. Sen benim Hiram’sın, sığındığım mağaramsın. Başım omuzlarında, birlikte temaşa ediyoruz göğü. Maşuk olup sevda çölünde sana varmak istiyorum. Gerdanında söndürme geceyi.
Teslim olayım mı İsmailce yoluna? Ruhum secdede her dem seni zikretmekte. Bir yudum aşk içir, sabır dileniyorum; ruhum eziliyor bunca zaman yalnızlığın mahşerinde. Yüzüme çarptı hakikat gibi rüzgâr. Ecele üç saat kala titriyor gövdem. Görüşürüz şimdi; yalnızlık türküleri dolansın diline. Can yaktığın kadar yansın canın.
Bunları yazmak istemezdim. Kaç çıkmaz yol, kaç şiir, kaç memleket ezberledim? Adını dağlara yazmak yerine sevda diye gönlüme nakşettim. Merak etme, artık kesişmeyecek yollarımız. Elveda, elveda, koskoca bir elveda…