Şahsiyet, insanın özüyle, ahlakıyla ve duruşuyla kendini var ettiği bir mefhumdur. Geçmiş devirlerde şahsiyet, ahlakın, hikmetin ve iman nurunun yansımasıydı. İnsanlar, hayatlarını bir manaya bağlar, hakikat ile yoğrulmuş bir çizgide yürürlerdi. Peygamberler bunun en güzel örnekleridir. Hazreti Muhammed (s.a.v.)’in doğruluğu, emaneti koruması ve herkese karşı adil oluşu şahsiyetin en zirve halidir. O’nun “El-Emin” sıfatıyla anılması, insanlar arasında güven ve sevgi bağı kurmasının temelini teşkil ederdi.
Hazreti Yusuf’un (a.s.) iffeti ve sabrı da bu noktada önemlidir. Züleyha’nın hilelerine karşı “Allah’a sığınırım” diyerek şahsiyetini koruması, zor durumlarda bile nasıl dik durulacağını gösterir. Züleyha’nın cazibesi Yusuf’u sarsmadıysa, bu onun gönlünü dıştan gelen fırtınalara değil, ilahi bir sabra emanet etmesindendi. Bu örnekler bize şahsiyetin yalnızca dış görünüşle değil, insanın iç dünyasıyla yoğrulduğunu anlatır.
Oysa günümüzde şahsiyet, sanki maddî çıkarlar ve anlık hazlar uğruna bir kenara bırakılmış gibi görünüyor. İnsanlar artık toplumsal beklentiler, sosyal medyada öne çıkma arzusu ya da güç kazanma isteğiyle kendi öz değerlerinden uzaklaşıyor. Sahte bir imaj uğruna hakikî kimliklerinden feragat ediyorlar. Ne yazık ki, haz ve hız çağında özden ziyade görünüş önem kazanmış durumda. İnsanlar kendi kalplerindeki boşluğu maddiyatla doldurmaya çalışırken şahsiyetlerini kaybediyorlar.
Oysa şahsiyet, sadece bireyin kendisiyle değil, toplumu şekillendiren bir mihenk taşıdır. Bugün bir insanın sözü, tavrı ve duruşu bir başka kişiye örnek olabilir mi? Yoksa herkes birbirini yanıltmak ve gerçekte olmadıkları bir kişi gibi görünmek için mi çabalıyor?
Hazreti Peygamber’in (s.a.v.), “Sizin en hayırlınız, ahlakı en güzel olanınızdır” (Buhari, Edeb, 38. VII, 81. Müslim, Fedail, 68, II, 1810) hadisi bu konuda bir mihrap gibi önümüzde duruyor. Ahlak, şahsiyetin merkezidir. Eğer bugün insanlar şahsiyetsiz davranıyorsa, bu ahlaki yozlaşmadan kaynaklanıyor. İnsanı yeniden şahsiyetli kılacak olan, ahlakın ve iman nurunun yeniden hayatlara taşınmasıdır.
Şahsiyet bir çınar ağacına benzer; kökleri derinlere uzanır, gövdesi sağlamdır ve her daim gölgesiyle huzur verir. Bu çağda şahsiyeti tekrar inşa etmek istiyorsak, köklerimize, yani inancımıza, değerlerimize ve insanlık tarihindeki bu eşsiz örneklere sarılmalıyız. Aksi hâlde, savrulan yapraklardan farksız bir hayata mahkûm oluruz.
Zülfün gölgesinde saklıdır şahsiyet,
Aşk ile yoğrulur edep ve muhabbet.
Bir bakışta yücelir gönül sarayı,
Hak yolunda olur insanın kıymeti.