Sahip olduklarımız belki de sahip olmak istediklerimizdir aslında. Bu hayatta sahip olmayı istediğimiz ne varsa onun için çabalarız. Çabalamaktan asla ve asla vazgeçmeyiz. Bir ömür boyu bu çaba için uğraşırız. Doğarız, zamanla büyür ve olgunlaşırız. Sorumluluklarımız ve isteklerimiz biz büyüdükçe artar. Apayrı, bambaşka bir çaba içerisine gireriz. Aslında bu kendimizi bulmadır ve kişisel bir kimlik oluşturma amaçlıdır. Topluma kendimizi kabul ettirmeye çalışırken bir yandan da bireysel düşüncelerimizi harekete geçiririz. Koşmaya başlarız hayal ettiklerimizin arkasından. Kimi zaman zifiri karanlıkta da olsa hayal ettiklerimizin peşinden koşarız. O zifiri karanlıkta aradığımız tek şey aydınlıktır. Çünkü bu aydınlık hayallerimizin başlangıcıdır aynı zamanda da masmavi bir gökyüzüdür. O gökyüzüne baktığımızda nasıl huzurla doluyorsa içimiz, hayal ettiklerimizin peşinden giderken de onun gibi içimiz huzurla kaplar.
Hayat boyu karşımıza iyi şeyler çıkabileceği gibi kötü olaylar da çıkabilir. Önemli olan bu olaylara nasıl bir yaklaşımla yaklaştığımızdır. Olaylar çıkabileceği gibi kötü insanlarla da karşılaşabiliriz. Hatta iyi diye bildiğimiz insanlar öyle zamanlar olur ki birden kötü biri olduğunu anlarız. Kötü insanlara nasıl yaklaştığımız önemlidir. Kimi onlara onlar gibi cevap vermeyi seçerken kimi insan da iyiliğinden ödün vermez. Önemli olan kişiliğimizi zedelememektir. Kötü ruhlu insanlar için iyiliğimizi kötü etkilememeliyiz. Saygının, sevginin, güvenin ve değerin elimizden kayıp gitmesini kumların elimizden kayıp gitmesi gibi izliyoruz aslında. Gidiyorlar ve biz peşlerinden gitmesini hiçbir şey yapamadan öylece izliyoruz. Bir tanesini tutmak isterken diğeri, diğerini tutmak isterken bir diğeri ellerimiz arasından öylece akıp gidiyor ve biz hiçbir şey yapamıyoruz. Bu durum biz öylece izlerken devam ediyor ve sonunda avucumuzda hiçbir şey kalmıyor.
Zamanın bu denli akıp gitmesi kimsenin hoşuna gitmez ama kimse de bir şey yapamaz bu gidişata. Hepimizin bildiği bir şey var; zaman akıp gidiyor. Bu gerçek hepimiz için şüphesiz ki bir gerçek. Önemli olan ise senin bu zamanı nasıl değerlendirdiğindir.
İnsanın en çok korktuğu şeylerden biri zamanın akıp gitmesiyken bir diğeri de ayrılıktır. En iyi şekilde olan ayrılıklar bile canımızı acıtır. Bir de o ayrılık beklenmedik bir zamanda ise insanın kalbini yakar kavurur. Bu ayrılık yaşayan kişinin hayatında büyük bir sızıya neden olur. Bu öyle bir sızıdır ki giden zaman bile bir işe yaramaz. Zaman geçtikçe o ayrılık acısı insanda yaralar bırakır. En kötü ayrılıktan biri de ‘’ölüm’’dür. Ölümün zamanı olmaz. Herkes için keskin bir sondur. Bu öyle bir son ki arkasında yaşlı gözler bırakır. Bıraktığı yaşlı gözler giden kişiyi bir ömür kalbinde taşır. Kişinin akıttığı yaşlar bir gün belki biter ama o kişiye ait hissettiği sevgi, özlem asla bitmez.
Kısacası şunu demek istiyorum; bu hayatta karşımıza ne çıkacağını bilemeyiz. Ama herkes için bir gerçek var ki o da ölümdür. Bundan hiçbir türlü kaçışımız yok. Önemli olan bu hayatta nasıl bir iz bıraktığımızdır.