Bir süredir büyük yazarların (tırnak içinde ünlü ve/veya çok satan değil ama değerli anlamında büyük. Yani klasikleşmiş eserlere imza atan, dünya çapında önemli başarıları olan, insan ruhuna dokunan, toplumların yaşamına damga vurmuş yazarlardan bahsediyorum) yazarlık ve edebiyat ile ilgili tavsiye ve düşüncelerini okuyorum.
Yazarlık öyle tavsiyeyle, telkinle filan öğrenilecek şey değil de işte yine de bir fikir verir diye okuduğum önerileri, düşünceleri sizlerle paylaşmak istedim. Yazarlık aslında biraz ilham, çokça çalışma ve okuma, bolca gözlem, biraz şans biraz da doğru yerlerde doğru zamanlarda doğru çevrelerde bulunmakla ilgili. Eskiden bu iş muhtemelen daha zormuş. Düşünsenize bir şeyler yazıyorsunuz. Sesinizi duyurmak istiyorsunuz. Ama yazdıklarınızın okurlarla buluşması için yayınevleri ve belki dergi ve gazete gibi basılı yayın organlarının insafına kalmışsınız. Nice yetenekli yazar adayları belki de okuyucularıyla hiç tanışamadan umutsuzluktan bu hedefinden vazgeçmiştir kim bilir. Şimdi öyle mi? Sosyal medya, internet platformları, sözlükler gibi birçok mecrada kendinizi ifade etme şansı buluyorsunuz. Bunu önemli ve değerli buluyorum.
Sezen Cumhur Önal’ın “Bakın çikolata renkli şarkıcı…” söylemi gibi olacak ama bakın Carl Sagan Kozmos adlı kitabında bu konuyla ilgili ne söylemiş:
“Bir kitap ne kadar şaşırtıcı bir şeydir. Bir ağaçtan yapılmış, esnek kısımları olan, üzerine bir sürü komik koyu renkli dalgalı çizgiler basılmış düz bir nesne. Ama ona bir kez baktığınızda kendinizi başka birinin, belki de binlerce yıldır ölü olan birinin zihninde bulursunuz. Binlerce yılın ötesinde, bir yazar kafanızın içinde açıkça ve sessizce, doğrudan sizinle konuşuyor. Yazmak belki de insan icatlarının en büyüğüdür, birbirini hiç tanımayan insanları, uzak çağların vatandaşlarını birbirine bağlar. Kitaplar zamanın zincirlerini kırar. Bir kitap, insanların sihir yapabileceğinin kanıtıdır.”
Ve de Rainer Maria Rilke “yazar” olmak isteyenlere aslında yazar olunmayacağını yazar doğulacağını ne güzel anlatmış:
“Kendi içinize dönün. Size yazmanızı emreden nedeni bulun; köklerinin kalbinizin derinliklerine yayılıp yayılmadığını görün. Yazmanız yasaklansaydı bunun sizin için ölüme denk olup olmadığını kendinize itiraf edin.
En önemlisi de şu: Gecenizin en sessiz saatinde kendinize sorun: Yazmalı mıyım? Derin bir cevap için kendi içinize dalın. Ve eğer bu cevap onay olarak çınlarsa, eğer bu ciddi soruyu güçlü, basit bir “yapmalıyım” ile karşılarsanız, o zaman hayatınızı bu zorunluluğa uygun olarak inşa edin; tüm hayatınız, en mütevazı ve en kayıtsız saatinde bile, bu dürtünün bir işareti ve tanığı olmalıdır. O zaman Doğa’ya yaklaşın. Sonra, sanki daha önce hiç kimse denememiş gibi, gördüklerinizi, hissettiklerinizi, sevdiklerinizi ve kaybettiklerinizi söylemeye çalışın…
…Acılarınızı ve arzularınızı, aklınızdan geçen düşünceleri ve güzelliğe olan inancınızı anlatın – tüm bunları içten, sessiz, alçakgönüllü bir samimiyetle anlatın ve kendinizi ifade ederken çevrenizdeki Şeyleri, rüyalarınızdaki görüntüleri ve hatırladığınız nesneleri kullanın. Günlük yaşamınız yoksul görünüyorsa, onu suçlamayın. Kendinizi suçlayın. Onun zenginliklerini ortaya çıkaracak kadar şairane olmadığınızı kendinize itiraf edin. Çünkü üretici bir insan için yoksulluk ve yoksul, kayıtsız bir yer yoktur. Ve kendinizi, duvarları dünyanın hiçbir sesini içeri almayan bir hapishanede bulsanız bile, çocukluğunuz -tüm fiyatların ötesindeki o mücevher, anıların hazine evi hala sizde olmaz mıydı? Dikkatinizi ona yöneltin. Bu muazzam geçmişin batık duygularını ayağa kaldırmaya çalışın. Kişiliğiniz güçlenecek, yalnızlığınız genişleyecek ve alacakaranlıkta yaşayabileceğiniz, diğer insanların gürültüsünün çok uzaklardan geçip gittiği bir yer haline gelecektir. Ve eğer bu içe dönüşten, kendi dünyanıza bu dalıştan şiirler çıkarsa, o zaman kimseye iyi olup olmadıklarını sormayı düşünmeyeceksiniz. Dergilerin ilgisini bu eserlere çekmeye de çalışmayacaksınız. Çünkü onları sevgili doğal varlığınız, hayatınızın bir parçası, ondan bir ses olarak göreceksiniz. Bir sanat eseri ihtiyaçtan doğmuşsa iyidir. Ancak bu şekilde değerlendirilebilir.”
Şimdi düşünüyorum da bu değerli insanların yüzyılların ötesinden bize ulaşan sesleri ve sözleri olmasaydı halimiz nice olurdu?