“Ya, dedi, duyur sesini bileyim. Ya dedi duy sesimi bilineyim. Ama bir boşluğun bilinmezliğinde yitirme beni.” (Nazan BEKİROĞLU)
Züleyha, Yusuf dedi. Ağzından çıkan Yusuf’tu, gönlünden dökülen ise bin Yusuf. Züleyha’nın gözüyle görmek gerekti Yusuf’u. Değil dokunmak bakmaya dahi kıyamazdı. Aslolan ise kendisini ona hiç layık görmediği, görmeyeceğiydi. Züleyha ateşten çemberin içindeydi. Kendisini anlayamazken Yusuf’un onu anlamasını beklemek büyük yanılgıydı. Yusuf bulutların üstündeki kuşlar kadar özgürdü oysa ki.. Gençti, güzeldi önünde uzanan umut dolu bir hayat vardı. Züleyha bu güzelliğe atılacak kement değil miydi? Züleyha düşündü, çok düşündü. Günler geceler boyu düşündü. Aklına bir bir yazdı. Olmadığını, olmayacağını… Nafile bir çabaya gerek olmadığını. Evet tamamdı işte bitmişti bu işkence.. Akıl yolunu bulmuştu.
Uyudu, uyandı.. Açtı gözünü hayalde mi düşte mi? Yusuf yine aynı yerde hiç gitmemişti. Ruhunun derinlerinde, kalbinin atışlarında , damarındaki kanda, gözlerinin ferinde… “En yaralı yerim benim gözlerim. Gözlerinsiz kalınca ben sabahı nasıl ederim? Kararmaz mı bütün dünya bir ömür?
Ya nasıl öğreteyim sendeki imkansızlığımı ellerime? İnsan yalnız kalbiyle sevmez ki, unutmaya ilk ordan başlasın. Unutmak, kör kuyu. Unutmak, dipsiz karanlık…” Olmaz dedi olamaz. Sessiz sesiyle haykırdı göklere. Yardım istedi. Duy sesimi dedi, beni benden iyi bilen.. Bana şah damarımdan daha yakın olan.. Kurtar beni bu dertten dedi. Ben iflah olmaz bir kulun. Gözyaşlarında boğulmuştu. Umutla baktı arşa, lütfen diye yalvardı. Ya içimden al bu ateşi, ya da kavuştur beni Yusuf’uma…
Günler geceler Yusuf ile geldi geçti. Gözlerini Yusuf ile kapattı, sabahları hep ama hep ona uyandı. Bazen rüyaları oldu bazen de kabusları.. Züleyha uzun zaman bu hayallerle yaşayıp gitti. Baktı ki artık Züleyha yok. Her bir hücresiyle o artık Yusuf olmuş. Kendinden dahi vazgeçti de Yusuf’dan vazgeçemedi. Vazgeçemiyorsan neden bu ayrılık dedi kendi kendine Züleyha. Yusuf’una kavuşmak için her şeyi göze aldı. Ona giden tüm yollara revan oldu. Artık yakın olmalıydı, dokunmalıydı. Tenini teninde hissetmeliydi. Özlemle, tüm benliğiyle yaklaştı. Bu da neydi böyle. Yusuf buzdan bir kale. Ne içten ne de dıştan fethedilecek bir yanı yoktu. Züleyha’nın ateşi dahi o buzu eritmeye güç yetiremedi. Yusuf ki iffet abidesi, olgun bir karekter timsaliydi. Yusuf demek mertlikti, dürüstlüktü, doğruluktu… Yusuf yanlış olanı seçemezdi. Günaha göz ucuyla dahi bakamazdı. Yusuf ki göklerden indirilen bir elçiydi. Başka türlüsü ona yakışmazdı. Züleyha için dahi olsa çevresinde ördüğü duvarları yıkamazdı. Züleyha o gün anladı, nafile bir çaba içinde olduğunu. Yazılmamıştı işte kaderi Yusuf’a. Ama onu ilk gördüğü anı düşledi. Yusuf diye seslendi içinden eğer seni sevdiysem; “……bütün ruhların yaratıldığı ve henüz ruhlara cesetlerinin biçilmediği o mecliste, senin yanında yer almış olduğumu hatıramda taşıyor olduğumdandır bu. Bunca kolay terk ediyorsam varlığımı senin varlığına o şimşek parıltısı ânın anısını göz bebeklerimde sakladığımdandır. Bu kadar tanıdık buluyorsam kalbimi kalbine, bu kadar tanıdık ses veriyorsa kalbim kalbine, o ezeli uğultuyu hâlâ kulaklarımda taşıdığımdandır. Seni bu kez hatırladıysam Yûsuf, o kez unuttuğumdandır.”
Madem kavuşmak yoktu, neden böyle olmak zorundaydı diye tekrarlayıp durdu kendi kendine. Züleyha buna katlanamazdı. Heran hayaliyle yaşadığı sevgiliye nasıl dokunamazdı. Ona bu kadar yakınken nasıl uzak kalabilirdi. Züleyha’nın kalbi tüm benliğini ele geçirmişti. “Sevdiğimi söylemezsem sevme derdi beni boğar.” Ben Yusuf’suz olamam dedi. Yusuf da dahil tüm dünyayı karşısına aldı. Onunla olacağına yeminler etti. Çok sevdiği Yusuf’a bile zulmü reva gördü de gözü hiçbir şeyi görmedi. Züleyha Yusuf dedi inledi de Yusuf Züleyha’nın adını dahi anmadı.
Züleyha ona mektup yazmak istedi; “Yusuf diye başladı, Yusuf diye bitirdi. Gördü ki hitaptan öteye geçemiyor. Anladı ki âşkın namesinde ser-nâmeden öte kelam yok. Ve Züleyha’nın lügatında Yusuf’tan öte sözcük yok.”
Anladı Züleyha onsuzluk onun kaderinde vardı ve bir karar verdi. Madem vazgeçemiyorum, seni senle fakat sensiz yaşarım dedi. Çünkü Züleyha Yusuf’dan vazgeçtim dediği anda nefessiz kalırdı. “Daha o gün anlamıştım. Ben ömrümce seninle sınanacaktım. Yakub’un Yusuf’la, İbrahim’in Ishak’la, Kabil’in Habil’le sınandığı gibi. Çünkü insan daima en sevdiği ile sınanır.”
Züleyha’nın kalbinden göklere bir veda yükseldi. Çünkü anladı artık ağlamaktan kör olan gözleri dahi Yusuf’u kendisine getirememişti.
Günler geceleri kovaladı, olmayan oluverdi. Züleyha’nnn kalbini sebepsiz bir huzur kapladı. Bu defa duyduğu aşkın kaynağı ve ulaştığı yer bambaşkaydı. Yusuf’un ram olduğu, kalbini bağladığı yüce yaratıcısına işte o da kavuşmuştu. Züleyha tüm ruhuyla ona yöneldi, gecelerden sabaha sadece ona gözyaşı döktü. Huzura kabul edildiğini, yaratıcıyla gönülden bağ kurduğunu artık anlamıştı.
Sonra göklerden inen büyük mucize gerçekleşti. Züleyha aynadaki suretine baktı; gençliğini, güzelliğini, Yusuf’a dahi aşık olmadan önceki o saf halini gördü. Ve aynanın yansımasına düşen güzeller güzeli Yusuf’unu…
“Seni seviyorum, … sanki bu dünyaya gelirken bu aşk için Allah’a söz vermişim gibi
Kalu bela’dan beri işte böyle seviyorum.”
Sanki züleyha ile hasbihal edilip yazılmış gibi, çok hoş…ellerinize sağlık, tebrik ederim.
Teşekkür ediyorum 🙏